THE QUEEN’S GAMBİT
Netflix’in son dönemde çıkardığı en iyi dizilerden biri olan The Queen’s Gambit dizisini direk izleyin diye öneriyorum :). Walter Tevis’in 1983 yılında yazmış olduğu aynı isimli romanından uyarlanmış olan dizinin merkezinde satranç bulunmaktadır. Ancak hemen gözünüz korkmasın satranç sahneleri çok olsa da sizi sıkacak türden değil, çünkü dizi tahtada olup bitenden çok oyunculara odaklanıyor ve o anlardaki stresi, gerilimi size hissettiriyor. Tabiki tahtada olanlar da ilginizi çekiyorsa zaten hemen gidip izleyin çünkü dizideki satranç sahneleri Garry Kasparov’un danışmanlığında hazırlanmış.
Dizimiz 7 bölümden oluşan bir dönem dizisidir. Açıkçası Netflixin yapmış olduğu mini dönem dizileri çok hoşuma gidiyor ve kaliteli yapımlar oluyor. Mini dizi konusunu çok iyi seçtiklerini düşünüyorum. Daha önceden “Self Made” ve “The English Game” dizilerini de incelemiştim.
Dizinin Konusu
Babasız büyüyen Elizabeth (Beth) 9 yaşında bir de annesini kaybedince yetimhaneye düşer. Beth bir gün yetimhanenin görevlisi olan Mr. Shaibel’i bodrum katında satranç oynarken görür ve çok ilgisini çeker. Satranca dair ayrı bir ilgisi olan Beth kısa sürede kendisini geliştirir. Şans eseri evlat edilir. Yeni okulunda aşağılanan ve kendisini arkadaş bulamayan Harmon kendini yine satranç oynarken bulur. Katıldığı ilk turnuvadan birincilikle ayrılınca, annesinin desteğini de alarak satranç oynamaya devam eder. En iyisi olmak için mücadele etmektedir. Ancak hayatı boyunca ilaç ve içkiden kurtulamadığı için bu yolda birçok yenilgi alır. Özellikle Rus oyuncu Borgov’a karşı galibiyet alıp Dünya bir numarası olabilecekmi diye izlemenizi öneririm.
Sevdiklerim
Filmin akıcılığı gerçekten çok iyi arka arkaya 3 bölüm izleyip vaktin nasıl geçtiğini hiç anlamadım diyebilirim. Dizinin sinematogrofisi efsane olmuştu, hem yakından çekimler hem de sahneyi hiç bölmeden yapılan çekimler gerçekten çok başarılıydı. Beth Harmon’ı oynayan Anya Taylor Joy diziyi alıp götürüyor bence, mimikleri ve oyunculuğu çok başarılıydı. Oyunculardan söz açılmışken Harry Potter’dan bildiğimiz Dudley’ye can veren Harry Melling burada da dikkatimizi çekiyor. Ayrıca kendisi bir röportajda “kilo verdiğim için insanlar beni tanımıyor, sokakta rahatça dolanabiliyorum demiş”. Kendisi “The Old Guard” filminde de yer almıştı. Diğer bir tanıdık isim ve diziye kesinlikle çok renk kattığını düşünüyordum, Maze Runner filminden bildiğimiz Thomas Brodie-Sangster, Benny Watts rolüyle diziye eğlence kattığını ve hareketlendirdiğini söylemeliyim.
Sevmediklerim
The Queen’s Gambit dizisinin satranç ile ilgili olduğunu gördüğümde heyecanlanmıştım. Ancak satranç oyunlarından çok satrancın mentalitesini, felsefesini, insanlar için önemini ve oyuncuların psikolojisine odaklanıldığını görünce biraz üzülmüştüm ama sanırım benim ilk kafamdaki gibi bir yapım olsaydı diziyi bitiremezdim. Yine de satranç tahtasına biraz daha odaklanılabilirdi. Başkada diziyle alakalı aklıma kötü bir şey gelmiyor :).
Spoiler bölümü
Beth çok zor bir çocukluğun ardından bir de annesini kaybediyor ve yetimhaneye düşüyor, ancak dizi öyle bir akıyor ki size hayatın devam ettiğini göstermek istiyor sanki. Beth hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor, ya da en azından öyle gözüküyor. Evlat edindikten sonra da annesiyle çok iyi anlaştığı söylenemez biraz çıkar ilişkisi olduğu göze batıyor. Ancak onun vefatı da Beth çok etkilemezken Mr. Shaibel’in ölümü onu çok etkiliyor. Aralarında samimi bir iletişim olmasa da ona satranç oynamayı öğretiyor ve değer verdiğini hissettiriyor. Tüm sezonun en duygusal sahnelerinden biriydi.
İkici en duygusal sahnesi bence en son sahne idi. Moskova sokaklarında gerçek satranç tutkunu yaşlı amcaların Beth’i tanıyıp alkışlamaları ona sevgi göstermeleri gerçekten görülmeye değerdi. Bu sahneden aynı zamanda başarının getirmiş olduğu mutluluğun ne demek olduğunu da hissettiriyor.
Bu hayatta mücadele verirken yalnız olmadığını bilmek iyi hissettiriyor.
Satranç takımları tozlu raflardan geri çıksın :).